THEMA MUNDI
Hayatın Yıldız Haritası
Sunu
Bu makaleye konu olacak Dünya haritasını, Matheséos Libri octo, kısaca Mathesis olarak adlandırılan kitabında bulduğumuz Antik dönem astroloğu ve Roma senatörü Julius Firmicus Maternus’un yaşamı hakkında pek bir şey bilinmese de, bahsi geçen kitap astrolojinin Eski Dünya’dan kalma en geniş astroloji eseridir.
Aslında Maternus’un hayatı ve astrolojiye bakışı, birbirine tam zıt iki karakteristik göstermesi açısından oldukça enteresandır; yaşamının erken yıllarında astrolojinin güçlü bir yandaşı olan Firmicus, Matheséos Libri VIII’in yazımından birkaç yıl sonra çok büyük bir ihtimâlle Hristiyanlığa geçmiş ve MS 343-350 yılları arasında bir başka kitabı olan De Errore Profanarum Religionum‘u (=Pagan Dinlerin Hatalarına Dair) yazmış ve bu arada radikal bir dönüşümle başka bir pozisyon almıştır; meselâ bu kitabında Firmicus, tüm Pagan inançların kökünün kurutulmasını ve Paganların hristiyanlaştırılmasını salık verir.
Maternus’a göre fizik dünya yıldızların idaresi altındadır fakat bunlar sadece nedenleri ortaya koyarlar. Buna karşın tanrısal olan insan ruhu özgür irade sahibidir ve bu şekilde yazgısını değiştirebilir. Sadece kral horoskopları istisnadır; onlar doğrudan tanrısal yazgının ürünüdür ve astrolojik tesirlerin dışındadırlar. [1] Ayrıca belirtmek gerekir ki Maternus’un astrolojiyle ilgili bu söz konusu eserinin oldukça popüler olmasına ilk olarak MS 11. ve 12. yy’larda rastlıyoruz. [2]
Kitaptaki Latince ismiyle “Mundi Thema”, Julius Firmicus Maternus’un Matheséos Libri VIII isimli 8 bölümlük eserinin 3. bölümünde geçen Dünya haritasıdır ve oldukça ilginç, bir o kadar da anlamlı bir metindir. İlâveten Valens de haritayı doğrudan dünya haritası olarak kabul etmektedir; meselâ Yengeç burcundan konuşurken bunun “Dünya’nın Yükseleni” olduğunu söyler. [3] Haritanın kendisinin de verildiği ilgili bölümün tamamını Türkçeye çevirdim ve yorumlarımı da aralara ekledim. [4] Thema Mundi en az 2000 yılın bilgisidir.
Julius Firmicus Maternus
MATHESÉOS LIBRI VIII
–III. Kitap–
Giriş
S.89: “Tüm bir astrolojik çalışmamın amacı, kutsal atalarımızın söyledikleri her şeyi –bununla ilgilenmek isteyen kişileri (orij. “erkekleri”, çn) bu çaba gerektiren disiplinle mümkün olduğu kadar detaylı tanıştırmak için– aktarmaktır.
Temel olarak saygıdeğer Lollianus, bilinmelidir ki, Tanrı insanları, evrenin modeline ve kendisinin vücutlanmış fikrine (ya da bir anlamda “kendi bedenlenmiş Idea’sına”, çn) eşdeğer şekilde, kendi sureti ve varlığından yaratmıştır. Bu yüzden insan ve evren aynı 4 temel prensibin, yani Ateş, Su, Hava ve Toprak prensiplerinin bir kombinasyonundan oluşur. Bunların doğru ölçüde bir karışımıyla Tanrının suretine göre şekillenmiş canlı varlık oluştu; tanrısal yaratı, insanın yapısını, kendi küçük vücudunda tüm temel prensiplerin varlığını ve güçlerini içerecek şekilde yarattı ve kendi göksel düşüncesine (veya: Idea’sına, çn) göre oluşturduğu göklerden inen ve kırılgan olsa da tanrısal ruha sahip olan tüm bu ölümlü bedenlere, konuk olabilecekleri evrene benzer bir yerde (=Dünya’da, çn) misafirlik sundu. Bu sebepten ötürü 5 planetin, Güneş’in ve Ay’ın ateşvarî ve sonsuz seyirleri, insanları adeta küçük bir kozmos gibi tutar ve böylece göklere uygun olarak yaratılmış varlık, tanrısal bir şekilde yönetilir.”
Bu paragrafta bahsi geçen Quintus Flavius Maesius Egnatius Lollianus, MS 4. yy’ın Roma Senatosu üyelerindendir ve Maternus da kitabını ona ithaf etmiştir.
Maternus’a göre insan ve Evrenin kendisi de tanrısal Idea’nın bir yansımasıdır ve bu tanrısal fikir, her ikisini de 4 elementin bir karışımı şeklinde yaratmıştır. Fakat bu kadar değildir, çünkü yine hem insanda hem de Evrende bu 4 temel elementin dışında bir de “tanrısal ruh” vardır ve bu da olasılıkla 5. element olan ve diğerlerinin hiyerarşik anlamda üstünde bulunan “eter”dir. Hem insan hem de Evren 7 gök cisminin hareketleriyle yönetilir ve böylece, kısaca “yukarıdaki aşağıdaki gibi ve aşağıdaki de yukarıdaki gibidir” şeklinde açılım bulan mikrokozmos=makrokozmos bağlantısı oluşur.
Ayrıca önemli ölçüde Stoa’ya da bir yakınlık görüyoruz: „Güneş, Ay ve yıldızlar akıl sahibidirler ve saf tanrısal ateşle doldurulmuşlardır. Dünya olayları üzerinde, zaman tanrıları yıllar, aylar ve mevsimler gibi bir „vim divinam“ (=kutsallık) uygularlar.“ [5] Bu düşünce şekli tüm bir Eski Dünya astrolojisinin temel direğiydi.
“Böylece bize, Dünya’nın doğum haritası da, her biri tanrısal ve hayranlık uyandıran adamlar olan ve idrak kapasiteleri tanrısal gizemlere ulaşmış bulunan Petosiris ve Nechepso tarafından, kutsanmış bilimimiz öğretileri aracılığıyla ulaştırıldı ki, insanın gerçekten de göklerin suretine uygun bir şekilde yaratıldığı, onunla aynı göksel prensiplere göre yönlendirildiği ve bir arada tutulduğu –aynen sonsuz ateşler aracılığıyla daimi bir şekilde yeniden başlatılarak idare edildiği gibi– tam olarak anlaşılsın.”
Firmicus’un burada verdiği isimlere alt paragrafta değineceğim, çünkü aşağıda bir kez daha tekrar ediliyorlar.
Geri kalan kısımda ise Maternus, Dünya haritası ile insan arasında bir bağlantı olduğunu savunuyor ve bu haritanın da kanıt teşkil ettiğinden bahsediyor. “Sonsuz ateşler aracılığıyla yeniden başlatılmak”la da, Dünya’nın bir zaman sonra sil baştan aktive edildiği kastedilmektedir; Eskilere göre Dünya, büyük yangınlar ve su baskınlarıyla sürekli yenilenir. Bu periyodik yenilenme, aslında bir anlamda Karma ve döngüsellik fikirlerine de son derece yakındır; bugün yaptıklarımızı başka bir yaşamda, başka bir çeşitlilikte, başka yüzlerle, başka bir aileyle vs. yine yaptık.
Böyle bir fikir yine kesin olarak Stoacıdır (MÖ 300-MS 300): „Stoacılar derler ki, planetler, evrenin başlangıcı esnasında bulundukları enlem ve boylamsal konumlarına tekrar geldiklerinde, sabit zamansal periyotlarda, her şeyin yanmasına (büyük yangına ve/veya afete) ve yok olmasına sebep olacaklar ve evren de aynı koşullar altında yeni baştan başlayacak; yıldızlar aynı şekilde hareket edecekler ve eski periyotta vuku bulmuş olan her şey tekrar aynı şekliyle oluşacak. Derler ki Sokrates, Platon ve her bir kişi yine olacak ve aynı arkadaşlara, hemşerilere sahip olacak, aynı şeyleri yaşayacaklar, aynı kadere sahip olacaklar vs. (Nemesius, De natura hominis, 38, p309, Matthaei).“ [6]
1.Dünya Horoskopu
(S. 90) “Aşağıdaki Dünya’nın doğum horoskopu, öğretilerinde kendilerine bu gizli bilgiyi aydınlanmış ve güçlü Merkür’ün emanet ettiği Asklepios ve Hanubius’u izleyen Nechepso ve Petosiris’ten gelmektedir:”
Bu noktada Firmicus, Thema Mundi’nin kimlere dayandığını aktarıyor; kimlerdir bu dünyanın en akıllı adamları?: Nechepso ve Petosiris, onlara dayanak oluşturan Asklepios ile Hanubius ve onların da temelinde/öncesinde olan Merkür. Firmicus’a göre bunlar bilgi anlamında en aydınlanmış ve güçlü figürlerdir.
Nechepso ve Petosiris, böyle ikili şekilde anılan ve ilki MÖ 7. yy’da hüküm sürmüş Nechepso isimli Mısır firavununa ve ikincisi de MÖ 4. yy’da etkili olmuş rahip Petosiris’e dayanan muhtemelen anonim isimlerdir, takma adlardır. MÖ 3./2. yy’a ait oldukça geniş ve son derece etkili bir astrolojik çalışmaları vardır, ne var ki elde sadece fragmanları bulunmaktadır ve kendilerini özellikle Maternus, Thrasyllos ve Vettius Valens aracılığıyla biliyoruz. Bu isimler astrolojik kaynaklarda genellikle “Eskiler” veya “Kral” olarak anılmaktadırlar. [7]
Metinde “Hanubius” şeklinde geçen isim, en azından Chris Brennan’ın aktardığına göre [8] “Anubis” olabilir ki ben de çok yakın ses benzeşiminden aynı fikirdeyim. Anubis, Antik Mısır’ın, ölüleri ritüel olarak hazırlamadan sorumlu Ölüler Diyarı tanrısıdır ve Yunanlılar tarafından yine bir Mısır tanrısı Thot’la birlikte, ölülerin ruhlarına eşlik eden Hermes’le eş tutulmuştur. [9] Maternus, Hanubius ve Hermes’ten bahsettiğine göre, aslında gerçekten de Anubis’i kastetmiş olabileceği çok yüksek bir olasılıktır.
Metindeki bir diğer isim Merkür’den konuşmaya gerek yok, son isim Asklepios ise Yunan ve Roma mitolojilerinde şifâ sanatının kurucusu ve tanrısıydı.
Maternus’a göre Dünya haritasını oluşturmuş bu kişilere bakıldığında, birisi yazgı ve önüne geçilemezlik olarak yorumlayabileceğimiz Ölüler Diyarı ile (Satürn ve Akrep), diğeri şifâ ile (Jüpiter ve Chiron), bir başkası rahip olduğundan Jüpiter ile, birisi firavun olduğundan yine Satürn ve Güneş ile, bir diğeri ise Hermes olduğundan zaten Merkür ile ilişkilendirilirse, böyle bir bilgeliği elinde tutanların gezegensel karşılıkları da Satürn, Jüpiter, Güneş ve Merkür olur. Demek ki bilgeliğin ön koşulları, Satürn yüzünden sınırların, determine akışın, fizik dünyanın kurallarını bilmekten; Merkür yüzünden bunun hesabını kitabını yapabilmekten, mantıktan, gerçekçilik, analiz, metod ve yöntem uygulamaktan, ki bu ikisi bilimsel temeldir; Jüpiter yüzünden bu reel öğelere soyut, kapsamlı bir anlam verebilmekten, düz mantık kullanmamaktan, bilgiyi bilgelik katarak farklı bir vizyondan görebilmekten, ki bu da fizikî gerçekliği metafizikle birleştirmek, sentezlemek, bilgiden bilgelik üretmek, ayrışmış her şeyin temelde bir ve aynı şey olduğunu, bir bütüne dahil olduğunu anlayabilmektir; Güneş yüzünden de tüm bunları varoluşa adapte edebilmekten geçiyor veya tüm bunlar için bir spiritin (=tanrısal ruh) varlığı gerekiyor.
“Buna göre Güneş 15 drc Aslan’dadır, Ay 15 drc Yengeç’te, Satürn 15 drc Oğlak’ta, Jüpiter 15 drc Yay’da, Mars 15 drc Akrep’te, Merkür 15 drc Başak’ta ve Horoskop (=ASC, çn) 15 drc Yengeç’tedir. Asklepios’un Myriogenesis’ine göre bu harita, insanlığın kaderinin esası ve aynı zamanda her bir insanın haritasının da temelidir.”
Her gezegenin kendi burcunda olmasını mantıken anlayabiliriz, ama bir başlangıç haritasında neden 1. yerine 15. drc’ler var? Bunu belki de “fizikî gerçekliğin, maddî dünyanın oturmuş hâli” şeklinde yorumlayabiliriz; başlangıç dereceleri gerçi öncüdür fakat fikir olarak da ortaya çıkabilir, son dereceler ise sürecin sonunu anlatır. Buna karşın orta dereceler sabittir, yerleşmiş hâldir ve Toprak elementine ve sabit niteliğe benzer. Belki de bu yüzden bize Dünya’nın yaratılışının artık en sabit, en net, en elle tutulan gözle görülen, en yerleşmiş hâli sunuldu ve ayrıca tam 15. drc, ilk ve sonun tam ortasında olduğu için denge durumunu da gösterir.
Myriogenesis, Maternus’a göre Asklepios’a adreslenen ve her bir derecenin anlamlarını içeren kitaptır. Eserinin ilerleyen bölümlerinde Maternus da böyle bir kitap yazmak istediğinden bahsediyor. Ne var ki böyle bir kitap yazıldıysa dahi varlığından birhaberiz.
Son cümle ise “Tüm insanların, yaşamın ve fizik dünyanın temelinde bu harita vardır, bunların tümü kökünü ondan alır” anlamındadır.
“Şimdi, Güneş ve Ay şeklinde tabir edilen ışıklara diğer planetlerin nasıl ışın gönderdiklerini (=onlarla nasıl açıda olduklarını, çn) görelim: Satürn ve Ay arasında ilk bağlantı oluşmuştur. Satürn, Ay’ın “conditio”sunu (=kesitini, çn) izler, çünkü her ikisi de dişi burçlarda bulunmakta ve birbirlerine bir karşıt ışın (=açı, çn) göndermektedir. Satürn, Dünya horoskopunda Kova’ya transit hareket yaptığı zaman (=girdiği zaman, çn) Güneş’in “conditio”nuna gelmiş olur, çünkü böyle olunca Satürn ve Güneş eril burçlarda bulunurlar. O zaman, daha evvel Satürn ve Ay arasında olduğu gibi, birbirlerine karşıt ışın gönderirler. (S. 91) Aynı temelden hareketle Jüpiter de, eril Yay’dan yine eril burçta bulunan Güneş’i üçgen ışınla görme şeklinde konumlandı ve bu yüzden de, yani burada Güneş’in “conditio”nunu izlediğinde en güçlü etkiye sahiptir. Jüpiter transit hareketinde Balık’a girdiğinde bu defa Ay’ın “conditio”nuna gelmiş olur, çünkü Jüpiter ve Ay’ın her ikisi de dişi burçlarda bulunurlar ve birbirlerine karşılıklı üçgen ışın gönderirler ki bu, daha evvel Jüpiter ve Güneş’in arasında olan üçgen gibidir. Akrep’e konumlandırılmış Mars aynı şekilde bu dişi burçtan Ay’a üçgenle ışın verirken, eril burç Koç’u da Güneş’le üçgen görür. Venüs’te bu ilişki başkadır. Eril Terazi’den Ay’ı kareyle ve dişi Boğa’dan da Güneş’i kareyle ışınlar. (S. 92) Son olarak Merkür ise Dünya horoskopunda nötr bir görünüme sahiptir, çünkü ne Güneş ne de Ay’la bir açı oluşturur; bilakis sabah yıldızıysa gündüz Güneş’le, akşam yıldızıysa gece Ay’la sevinir.”
“Conditio” ile, horoskopun çeşitli şekillerde bölümlenmelerinden konuşuluyor ve bu isim altında birçok yöntem mevcuttur:
- Bir horoskop Ay’ın ve Güneş’in alanları olarak ayrılır ve buna göre Ay evleri Kova, Balık, Koç, Boğa, İkizler, Yengeç ve Güneş evleri de Oğlak, Yay, Akrep, Terazi, Başak, Aslan’dır. Yani Yengeç’i başlangıç kabul edip buradan Oğlak’a paralel bir çizgi çekersek haritanın üstünde kalan ve Oğlak’a kadar olan tüm burçlar Ay’a, geri kalanlar da Güneş’e aitlik gösterirler.
- Kesitle kastedilenlerden bir başkası eril-dişi burçlardır.
- Bir diğeri horoskopun gündüze mi yoksa geceye mi ait olduğudur.
- Bir başkası burcun gündüze mi yoksa geceye mi ait olduğudur.
- Bir diğeri ise planetin gündüz mü yoksa gece kesitinden mi olduğudur.
Aslında bu bölümde Maternus, açıların oluşumlarıyla ilgili düşünceler aktarıyor ve her birini Güneş ve Ay’a göre kuruyor ki açıların oluşturulma mantığında buradakinden daha farklı ve daha yer etmiş bir yöntem zaten vardır: Güneş ve Ay’ın ikâmetleri Yengeç ve Aslan kök alınarak her bir burca göre açı oluşturulur; İkizler ve Başak, Güneş ve Ay’ın yurtları Yengeç ve Aslan’ın hemen dibinde olduklarından kavuşum açısı merküryen, Boğa ve Terazi ikişer burç mesafede konumlandıklarından sekstil açı venüsyen, Koç ve Akrep üçer burç uzaklıkta bulunduklarından kare açı marsiyen, Balık ve Yay dörder burç ötede olduklarından üçgen açı jüpiteryen ve Satürn’ün ikâmetleri Oğlak ve Kova, Yengeç ve Aslan’ın tam karşılarında bulunduklarından karşıt açı satürnyendir.
Maternus devamla, “dişi burç dişi burca, eril burç eril burca ışın, yani açı gönderir” diyerek yukarıda 4. sırada aktardığım maddeyi anlatıyor. Dolayısıyla buradaki “conditio” türü, tamamen eril-dişi burç denkleminde oluşturulmuştur fakat kendi aktarımına göre, Venüs’ün burçları söz konusu olduğunda eril-dişi düzeneği bozuluyor.
Maternus’un sözlerini şu şekilde listeleştirebiliriz; dişi geceye, eril gündüze karşılık gelmektedir:
Ay Yengeç (dişi burç) karşıt Satürn Oğlak (dişi burç, gece burcu)
Güneş Aslan (eril burç) karşıt Satürn Kova (eril burç, gündüz burcu)
Ay Yengeç (dişi burç) üçgen Jüpiter Balık (dişi burç, gece burcu)
Güneş Aslan (eril burç) üçgen Jüpiter Yay (eril burç, gündüz burcu)
Ay Yengeç (dişi burç) üçgen Mars Akrep (dişi burç, gece burcu)
Güneş Aslan (eril burç) üçgen Mars Koç (eril burç, gündüz burcu)
Ay Yengeç (dişi burç) kare Venüs Terazi (eril burç, gündüz burcu)
Güneş Aslan (eril burç) kare Venüs Boğa (dişi burç, gece burcu)
Merkür sabah yıldızıysa (=gündüz, eril) Güneş’le, akşam yıldızıysa (gece, dişi) Ay’la sevinir.
Dolayısıyla bu tabloya göre konuştuğumuzda Satürn’ün gece burcu Oğlak ve gündüz burcu da Kova’dır, diğerleri de aynı mantıkla sıralanır. Ayrıca Maternus, Jüpiter örneğinde, Jüpiter’in Güneş’in conditio’nuna geldiğinde, yani Yay’da olduğunda en güçlü etkiye sahip olduğunu söylüyor ve bu sözlerden “gezegenlerin gündüz burçları en etkili, en görünür yüzleridir” anlamına da varıyoruz. Kendi sözlerine göre meselâ Satürn Oğlak’ta olduğunda Ay’a tabidir, çünkü sadece bu burçta olduğunda Ay’a karşıtlık yapar ve Ay da geceye aittir. Fakat buradaki bit yeniği Venüs, çünkü Maternus’un mantığına göre madem Güneş’in açı yaptığı burçlar eril ve Ay’ın yaptıkları da dişi olmalıydı, o zaman burada Boğa burcunun eril, Terazi burcunun dişi olması gerekirdi. Fakat Koç eril, Boğa dişi diye giderek eril-dişi sıralamasını biliyoruz, dolayısıyla zaten Terazi dişi, Boğa da eril olamazdı.
Bu noktada şöyle bir açıklamam olabilir: Denildiği üzere, Maternus’un sözlerine göre oluşturulmuş bu listede Venüs’ün pozisyonlarına bakıldığında dişi dişiyi, eril de erili artık izlemiyor, bilakis dişi-eril ve eril-dişi şeklinde karşıtların birliği söz konusu oluyor. Demek ki Venüs ve burçları burada zıtlıkları kendinde toplayıp sentezleyen bir bağlantı noktası ki bu özellikle Venüs’ün anlamına son derece uygundur. Dolayısıyla Venüs’ü bir sentez merkezi veya kök nokta şeklinde algılamak gerekir; eğer kendisinde karşıtların birliği varsa, pek tabii ki her iki cinsiyeti de onaylar şekilde kurgulanamazdı, her ikisini de kendisinde birleştirmek zorundaydı. Böylece Venüs, hem Ay’ın dişiliğine ve gece tabiatına hem de Güneş’in erilliğine ve eril doğasına karededir ve cinsiyet karşıtlıklarını kendisinde toplayarak bir araya getirir.
Maternus, Thema Mundi’yi kendisinin bulmadığını, sadece eski üstâdlardan aktardığını söylüyor, fakat bu şekilde gösterdiği açısal ilişkileri de mi Eskilerden alıp almadığını açıklamıyor. Ancak yine de Thema Mundi Eskilerden bir aktarım olduğuna göre, bu açısal kurguyu da onların yaptığını pekâlâ düşünebiliriz.
Öte yandan düzenek 2 karşıt, 4 üçgen ve 2 kareden oluşturulmuş ve Ay ile Güneş’ten ikişer kere üçgen açı çıkarılmışken, karşıt ve kareler birer kere mevcut. Ayrıca altmışlık açıya değinildiğini de okumuyoruz. Hatta Merkür’den için “ne Güneş’le ne de Ay’la bir açı oluşturur” diyerek altmışlık açının belki de son derece önemsiz olduğunu, bunu kaale bile almadığını belirtmek istiyor. Ne var ki kitabında altmışlık açılara da değindiği için, en azından Thema Mundi çerçevesinde böyle düşünmüş veya haritayı kurgulayanların yazdıklarını aynı hâliyle aktarmış olmalı.
Fakat diğer taraftan altmışlık açıyı düzeneğe sokarsak kareyi atlamış olacağız gibi de bir durum söz konusu: Eğer Ay’ın bulunduğu Yengeç’ten Terazi karesi yerine Boğa’ya altmışlık açı çıkarsaydık, Yengeç-Terazi arasındaki kareyi göremeyecektik. Aynı şekilde Güneş’in pozisyonlandığı Aslan’dan da Boğa karesi yerine Terazi’ye altmışlık açı çıkarsaydık, bu defa da Aslan-Boğa karesini göremeyecektik. Sonuç olarak kare açılara yer kalmayacaktı; gerçi kalacaktı ancak Maternus’un aktarımına göre kurgulanan mantık oluşmayacaktı. Dolayısıyla burada kare açıları elde etmenin tek yolu Venüs’ün burçlarında kilitleniyor, bu yüzden mevzunun Venüs kısmı bir şekilde önemli ve çok açıktır ki odak noktası.
Son olarak Merkür de, metne göre çok açık olarak bir bağlantı noktasıdır, gerçi açısal ilişkisi yoktur fakat yine de öyledir çünkü gündüz-gece denklemine göre anlamlanır; cinsiyetsizdir, cinsiyeti tamamen Güneş’e göre doğusal-batısallığıyla ilgilidir. Böylece özetle, Merkür ve Venüs’ün ikisi birden sentez ve aktarım noktası oluyor; Merkür zaten öyledir, Venüs de özellikle Terazi yanı gereği bu anlamdadır.
“Denir ki, bunların (=bu açısal ilişkilerin, çn) hepsi kişi haritalarında da dikkate alınmalıdır çünkü açısal ilişkiler detaylıca düşünülmezse, insanların yazgısının anlamı temellendirilemez. Fakat bundan yanlış bir fikir çıkarılmasın ve bu haritanın dünyanın en akıllı adamları tarafından düşünülmeden oluşturulduğu zannedilmesin diye, haritanın üzerinde özellikle konuşulacak, böylece daha derin anlamı açıklanacak: Aslında bu haritayı Dünya’nın yaratılış anı haritası olarak düşünmemek gerekir, çünkü Dünya belirli bir günde yaratılmamıştır. Aynı zamanda tanrısal düşünce ve sağgörü Dünya’ya şekil verirken hiçbir insan bu süreçte yoktu. Öte yandan zaten yetersiz idrak kapasitesine sahip insan, bu yetersizliğiyle yaklaşık her 300 bin yılda bir Dünya’nın ateşin ve suyun güçleriyle tekrar tekrar oluşturulduğu zamanları bilemez. Yeniden doğum bu iki şekilde olur ve (S. 93) yangını sel felâketi izler, yani biri ateşle diğeri de su ile kastedilendir. Çünkü tüm yaşam formları finalde sadece esas özlerine geri dönsünler diye hayat yeniden başlatılır ki bu, tüm cinsiyetlerin tüm tohumlarının büyük ateş sonucu oluşan küllerinin tozunun, su prensibiyle karışımı aracılığıyla olur. İnsanların haritaları için örnek olarak kullanılabilsin diye, Dünya horoskopunu tanrısal adamlar akıl dolu bir düşünceyle oluşturdular.”
Maternus burada, dünyayı, yazgıları ve yaşamı anlamamız için söz konusu horoskoptaki açısal ilişkiler üzerine düşünmemiz gerektiğini söylüyor. Bununla alâkalı bölüme tekrar değineceğiz.
İerleyen kısımda Firmicus, bu haritanın Dünya’nın yaratılış anı haritası olamayacağından, çünkü Dünya’nın 1 günde yaratılmadığından bahsediyor. Buraya bir itirazda bulunmak istiyorum çünkü Dünya gerçi 1 günde yaratılmamış olabilir, ki aslında bunu Maternus’un kendisi de bilemez, fakat bu harita yaratılışın başlangıç anı olabilir. Yaşamda da herhangi bir işe başlarken, iş henüz sonuçlanmamış bile olsa sadece zamanına bakarak başlangıca ilişkin bir yıldız haritası çıkarıyoruz, zaten tümünü böyle çıkarıyoruz.
Ardından devam ederek, tanrısal Idea Dünya’yı yaratırken hiçbir insanın bu süreçte bulunmadığını ve zaten insanın yeterli idrak kapasitesine de sahip olmadığını söylüyor. İkinci itirazım da bu noktada çünkü, evet doğru, ama bazen saf bilinç veya bilgelik, aydınlanma, farkındalık vs. hâlinde olunursa, ana hakikate ilişkin doğru parçalara ulaşılabilecek idrak seviyesine gelinebilir çünkü her şey birbiriyle bağlantıdadır ve parçalar bütünü algılamaya yardımcı olabilir, hatta buradan da Başak-Balık aksına varırız. Böyle bir kişi, hakiki olana diğer herhangi bir insandan çok daha yakın durabilir, bütüne dair önemli herhangi bir bilgi edinebilir; tarihte birçok mevzuya yön veren bazı öncü insanlar için “aydınlanmış bir ruh” gibi ifadeleri sürekli kullanageldik ve hâlâ da kullanıyoruz. Sonuçta Maternus bu haritanın dünyanın en akıllı adamları tarafından üretildiğini söylüyor ve üstelik içlerinde bir de tanrı (=Hermes) var. Bu veya başka herhangi bir harita doğal olarak Dünya’nın nasıl işlediğinin tüm sırlarını barındırmayabilir, fakat önemli bir kısmına yine de karşılık gelebilir. Dolayısıyla bu haritadan, Dünya’nın yaratılış anı haritası olsun veya olmasın, işimize yarayacak son derece net bilgiler alabiliriz. Sonuçta “dünyanın en akıllı adamları” oturup bir harita düşünmüş, dolayısıyla Thema Mundi sembolik ya da değil pek farketmiyor. Ayrıca Maternus şöyle bir lâf ettiği için de (“ve bu haritanın dünyanın en akıllı adamları tarafından düşünülmeden oluşturulduğu zannedilmesin diye”), kendisiyle 2 satır sonra çeliştiğini görüyoruz.
Devamla, Maternus Dünya’nın yaklaşık her 300 bin yılda bir ateş ve su aracılığıyla resetlendiğini ifade ediyor. Bu, Eski Dünya’da çok kullanılan ve popüler bir argümandı ve kastedilen şey, tüm planetlerin tekrar başlangıç noktalarına gelmeleri demek olan “Büyük Yıl”dır, çeşitli kaynaklar Büyük Yıl’a ilişkin çeşitli ve çok büyük rakamlar verirler. Maternus’un ise buradaki 300 bin yıla nasıl ulaştığını bilemiyorum. Belki şu olabilir: Çağlar Teorisi’ne göre 1 Dünya döngüsü yaklaşık 25.920 yılda tamamlanıyor. (1 drc 72 yıl, 72*30=2160 yıl ve 2160*12 burç=25920 yıl; kısaca kıyamet saatimiz). Bu son bulduğumuz rakamı da 12 ile çarparsak 311.040 rakamına ulaşıyoruz, bu da Maternus’un dediğini gösterebilir. Madem her 25.920 yılda bir her şey sıfırlanıyor, ama Maternus 12 defa sıfırlanma olması gerektiğini söylüyorsa eğer buradaki mantık doğru olabilir. Bu kısım sadece yalnızca spekülasyon tabii ki.
Son cümlesinde ise Firmicus canlıların nasıl oluştuğunu aktarıyor; buna göre, ateşle başlayıp suyla her şey yok olacak veya resetlenecek, ateşin yaktıkları küle, toza yani Toprak elementine dönüşecek ve Su elementi de, kendisinde hayatın meydana geleceği büyük rahme sahip olduğundan yaşam oluşacak. Bu denklem, hayatın anlatımı olarak gerçekten de doğrudan fizik dünyaya ait alt elementler Toprak ve Su’ya karşılık gelmekte ve ayrıca haritada Ay Yengeç – Satürn Oğlak karşıtlığını da onaylamaktadır.
“Haklı nedenlerle Ay’ı da, başlangıçta önce Satürn’le bağlantılı olacak şekilde yerleştirmek istediler ve ilk zamanların yöneticiliğini, sebepsiz yere değil, ona (=Satürn’e, çn) verdiler. Çünkü Dünya’nın ilk günlerinde kaos hakimdi ve ışığın bilinç dolu izlerini takip edebilme yetisinde olmayan ham, yontulmamış insanlar uygarlıktan yoksun oldukları için, bu tenha ve korku dolu zamanlar üzerinde, yaşamın ilk günlerinde, Satürn’ün bir sembolü olan ölümlülük, zalim yönetimini praktize etsin diye Satürn bey (=yönetici, çn) oldu.”
Maternus, bu paragraftan itibaren dünyanın gelişim süreciyle ilgili bağlantılar kurmaya başlıyor; ilk sırayı Ay’a karşıt açısından dolayı Satürn alıyor ve bu gezegen de görece daha negatif anlamlandırılmış.
İlâveten, metnin ilerleyen bölümlerinde de görüleceği üzere, Dünya tarihinin kronolojik akışına ilişkin yorumlarda Güneş yok, sadece Ay üzerinden gidiliyor. Ay kaderle, yazgıyla ve fazları yüzünden de kolayca anlaşılacağı üzere zamansal akış, tarih, yaşamın veya bir mevzunun başlaması ve sonlanması ve bir sürecin hikâyesi ile ilgili olduğuna göre (meselâ Horary’de soruyla ilgili sürecin öyküsünü anlatır), bu durum son derecede anlaşılırdır.
Ayrıca Maternus’un karşıt açıyı tartışmasız bir şekilde tüm açılardan daha önde gördüğüne de şahit oluyoruz (gerçi haritada zaten kavuşum yok). Satürn zamanları ise henüz evrimin ilk aşamaları olduğundan daha çok insanlığın ilkel çağlarından konuşuluyor.
“Satürn’ün ardından, takip eden yıllar için yönetimi Jüpiter devraldı (çünkü ikinci sırada o Ay’la bağlantı yapar), böylece korkunç ve uygarlık yoksunu zamanlardan sonra insanlara tekrar uygarlık gelmiş oldu.”
Burada çok da eklenecek bir şey yok; Maternus Satürn zamanlarından sonra Jüpiter’in gelmesini uygarlıkla ilişkilendiriyor ancak daha çok tanrısal bilinç, hayat görüşü geliştirmek ve/veya inanç anlamında konuşmuş olmalı, çünkü bir alttaki paragrafta Jüpiter zamanlarına ilişkin olarak “nasıl bir hayat sürülmesi gerektiğine ilişkin doğru bir yola girmiş ölümlü insanlar” ifadesi var ve bunu da belirli bir hayat felsefesine sahip olmak, fizik dünya yaşamına kutsal bir anlam yüklemek şeklinde düşünebiliriz.
“Ay, üçüncü sırada Mars’la bağlanır ve böylece izleyen zamanların hükmü ona verildi ki bir parça uygarlaşmış ve nasıl bir hayat sürülmesi gerektiğine ilişkin doğru bir yola girmiş ölümlü insanlar, tüm sanatlar ve el ustalığı gerektiren şeylere aşina olabildiler.”
Mars’ı doğrudan “sanatlar ve el ustalığı gerektiren şeyler”le ilişkilendirmek zor, fakat burada da insanların alet kullanımı sayesinde yaşamlarını –marsiyen anlama uygun olarak– ellerine aldıkları kastediliyor olabilir. Öte yandan evlerdeki Kalde sıralamasına göre de Mars III. evle doğrudan ilişkilidir.
“Mars’ı, sonraki zamanların yöneticisi olarak Venüs takip eder. Bu zamanda insanlar giderek artan bir şekilde şahsi disiplin ve akıllılığa sahip oldukları, öğretilere önem verdikleri ve doğabilimsel çalışmalar hakkında bilgiler edindikleri için, bu zamanlar Venüs’ündür.”
Firmicus’un Venüs zamanlarına ilişkin neden bu konu başlıklarını kullandığı hakkında hiçbir fikrim yok; şahsi disiplin, akıl, öğretiler ve doğabilimsel çalışmaları Venüs’le ilişkilendiremiyorum.
“Şimdiki zamanların, Venüs’ten sonra Ay’la bağlantıda olan Merkür’e verilmesi gerektiğine inanılmaktadır. Kim bunda açık olmayan bir şey bulabilir ki? Öğretilere düzen geldi, sanatlar ve bilimler tekrar bulundu, insan çeşitli alanlarda çalışıyor ve çünkü hayat dolu bir akıl yaşamı tabii ki uzatamadığı için (“ahlâkî ve etik ilkelere sahip bir akıl” kastediliyor olmalı, çn), sayısız kültürel kurumlardan ve ahlâkî karışıklıklardan kötülük ve tanrı tanımazlık türüyor ve alçak insan cinsi, ardında (S. 94) korkunç şeyler bırakıyor. Bu yüzden, bu zamanların Merkür hükmü altında olduğuna inanılmaktadır ve insanlık da bu planetin etkisine uygun olarak, kötülüğün her türünü yapmak için özel bir çaba sarfetmektedir.”
İlk kısım Merkür’ün anlamlarıyla doğrudan ilintili, ikinci kısım ise Merkür’ün olabilecek en negatif hâlini örnekliyor: Merkür hiçbir şeye yorum ve anlam katmadığı, sadece reel, denenebilir, tekrar edilebilir ve somut faktörlerle ilgilendiği için, kişiler mevzunun manevî yanına fazla değer vermemektedirler ve böylece ahlâkî ve etik sınırlara da sahip olamazlar; Merkür’ün yönettiği İkizler ile etik değerlerin burcu Yay karşıttır. İnsanlar merküryen tesir altında olduğundan ve ahlâkî ve etik ilkelere sahip olununca kişiler daha uzun da yaşamadıklarından, bu, kişilerin hayatlarına yardımcı olmadığından, özetle böyle değerler hiçbir işe yaramadığından insanlar da kötülük yapmakta bir sakınca görmemektedir.
“Sırasıyla anlattığım nedenler yüzünden ve insanlığın zamanın akışındaki değişimleri sebebiyle, Dünya haritası tanrısal bir yorumla oluşturuldu ve kanıt olarak da bize Dünya’nın kökleri ve insan cinsiyetinin gelişimi aktarıldı ki bu harita, insanların haritalarına örnek olarak hizmet edebilsin.
Ancak bir şeyi atladığım söylenmesin diye, insanın Evrenin suretine göre yaratıldığına ilişkin tüm bu iddiaları pekiştirmek istiyorum. Biraz evvel dedim ki, genel olarak doğru kabul edildiği üzere, Dünya’nın yenilenmesi ateş veya suyla olur. Aynı şekilde insan vücudunu oluşturan maddeler de onun tüm bir hayatı boyunca benzer bir sürece tabidir. (Orijinal metinde bu son cümleyi maalesef eksik bir cümle takip ediyor, çn). Hekimlik sanatının en akıllı yorumcuları, insanı oluşturan maddelerin doğal bir ölüm aracılığıyla çözülmelerini şöyle açıklıyorlar: Nem (=ıslaklık, su, çn) ateşi yok eder ve kan, hakim olan ısıyla (=ateş, sıcaklık, çn) yok olur ve böylece tam bir çözülme meydana gelir. İşte aynı şekilde Doğa’nın Sanatçısı (=Kreatörü, Tanrı, çn) insanları gerçekten de Evrene benzer yaratmıştır. Dünya’nın yapıtaşlarını oluşturan veya yıkan şey, insanlarınkini de oluşturur ve yıkar.”
Firmicus’a göre bedenin ölüm aracılığıyla çürüme süreci bu şekilde ve insanlar da Dünya’ya uygun yaratıldıklarından Dünya da böyle yok olacaktır. Kastedilen, kişinin ya nemle (veya su ile, hatta tabii ki soğuk ile) ve ateş aracılığıyla yok olmasıdır. Burada Maternus, ölen insanın soğuyup kanının çekildiğinden ve/veya yaklaşık anlamlardan konuşuyor gibi duruyor. Sonuçta ateş hastalık belirtisi, yolundan gitmeyen şeylerin göstergesidir, ateşi düşürmek için su kompresi yapılır ve tekrar normale dönülür. (Bu kısımda yorumlarını aktardığım değerli öğrencilerim Melek Uçar Özdemir ve Şebnem Öztunca’ya teşekkür ederim).
Ek bir nokta olarak, birkaç satır önceki “bu Dünya haritası olmak zorunda değil” şeklindeki argümanını Maternus bu satırlarda artık tamamen bir yana bırakarak haritayı doğrudan Dünya haritası şeklinde yorumlamaya başlıyor.
“Şimdi, 12 burcun sıralamasının neden Koç’la başladığını izah edebilirim. Daha önce de söylendiği gibi, en akıllı ve en bilge adamlar tarafından oluşturulmuş Dünya haritasına tekrar bakarsak Koç burcunu MC’de buluruz. Bu durum, gök ortası tüm harita sahiplerinde ana ikâmet olduğu, direkt tepede durduğu ve her harita sahibi için temeli oluşturduğu içindir. Bunun dışında planetlerin birçoğu, her iki ışık Güneş ve Ay da dahil, bu noktaya ışın gönderirler. Bu yüzden de tüm planetlerin başlangıcı bu noktadan itibarendir.
Şimdi, her bir planetin evlerdeki yorumları aktarılacak; bu, yazdıklarımın çok genel görüldüğü yönünde tarafıma yöneltilen ayıplama yüzündendir.”
Metnin artık son paragraflarına geldik ve Maternus’un açıklaması son derece ilginç çünkü Koç burcunun öncülüğü ve direkt tepede duruşu, her şeyi başlatan kozmik kafa/baş olarak düşünüldüğünde de mantıklı oluyor. İnsan Evrenin suretiyle aynıysa ve insanın başı, başlangıcı Koç anlamına gelen kafa ise, aynı kafa evrenin başlangıcı için de geçerlidir ve bu, Koç’un öncülüğüne ilişkin mevsimsel olmayan bir açıklamadır. Ayrıca zaten Ptolemaios’un öncü, sabit ve değişken niteliklere dair mevsimsel açıklaması (her grubun ilk sırasında gelen burçlar mevsim başlattıkları için öncü, ardından aynı grupta mevsimi aynı sıcaklıkta sürdürenler sabit ve mevsimlerin değişimlerine denk gelen yine aynı grubun burçları da değişkendir. Örneğin Koç ilkbaharı başlattığı için öncü, sabit Boğa, onun zamanında ilkbahar en sabit hâliyle, yerleşmiş ve çok da değişmeyen sıcaklık değerine sahip olduğundan sabit ve değişken İkizler de, ilkbahardan artık yaza geçildiği arada hüküm sürdüğü için değişkendir), mevsimlerin gerçekten de meselâ sabit özelliklerini yitirdiği bir zaman aralığında artık geçerli olmayacaktır. İlâveten Koç, Dünya’nın Yükseleni olan Yengeç’in de 4 burç öncesinde yer alarak onun bir nevî temelini, başlangıcını oluşturur. Bununla aynı fikri, başlangıç satırlarında kaynağını verdiğim Vettius Valens’te de buluyoruz.
Öncü-sabit-değişken burçlar sıralaması hususunda mevsimsel olmayan bir diğer açıklama ise Medikal Astroloji’ye aittir; burada Koç kafayı oluşturarak başlangıcı gösterir ve böylece öncü kalite de Koç’la başlamış olur. İlâveten mevsimsel bir açıklama Dünya’nın yalnızca belirli coğrafyaları için geçerlidir.
Thema Mundi’ye İlişkin Düşünceler
Maternus’un metni ve eklediğim yorumlar bu kadar, fakat bu noktada doğrudan kendim haritayı nasıl yorumluyorum, bununla ilgili görüşlerimi paylaşacağım. Resim, Maternus’un orijinal Thema Mundi çiziminin günümüze uyarlanmış hâlini gösteriyor.
I.Ev–Yengeç–Ay: Eskilerce “Ay-altı” olarak düşünülmüş Dünya gezegeni için Yükselenin Yengeç olması, “Ay-altı” gibi bir ifade yüzünden zaten kendiliğinden anlaşılırdır, sonuçta insanların yuvası şeklinde düşünülmüş ve Ay da tabii ki doğrudan Yengeç’le bağlantılı. Ayrıca, demek ki Ay ve ona ait her astrolojik tanımlama direkt dünyevî yaşamda vücuda gelmektedir ve Yükselenin de özellikle Ay’la sembolize ediliyor olması bu fikre birebir uygunluk göstermektedir. Buna göre Dünya, Ay’ın vücutlandığı topraktır; kaderin, yazgının, Ay’ın fazlarına da uygun olarak başından sonuna bir hayatın, yani başlangıcın, bitişin, doğumun, ölümün, kısaca tüm bir yaşamsal akışın bedenlendiği yerdir ve tabii ki bunların tümü insanlar için de geçerlidir; aynen Ay’ın fazları gibi doğuyor, yaşıyor ve ölüyoruz. Ayrıca insanların en görünen, en temel yanları ve en karakteristik özellikleri (=ASC), haritaya göre köklenme, ait olma, yuva ile duygular, ihtiyaçlar, arzular, güdüsellik, barınma, koru(n)ma, besle(n)me, güvenlik ve istekler üzerine kurulu, herkes temelde bunları arıyor.
Doğrudan fiziksel bağlantılar anlamında ise, yetişkin bir insan vücudunun ortalama %60’ı, Dünya yüzeyinin de %80’i sudan oluşuyor (=Ay, Yengeç, Su elementi) ve bu da Dünya, insan ve Evrenin hepsinin aynı surete (=ASC= görünüş, vücut) ait olduğunu aktaran Maternus’un sözlerine net bir örnektir. Bunlara ek olarak, elimizde bir de tüm yaşamın sudan geldiği bilgisi mevcut ve bu da yine Ay-Yengeç konularıyla direkt bağdaştırılabilir.
Öte yandan Ay’ın ritmi 27.3 gündür, bir hamileliğin ortalama süresi 273 gündür, Ay’ın yarıçapı = 0.273*Dünya’nın yarıçapıdır ve suyun donma noktası 273.15 Kelvin’dir. Bu değerler Ay ile Dünya ve insanlar arasında önemli eşleşimleri gösteriyor çünkü burada verilen rakamlar tesadüfî değildir, dikkat edilirse yine doğrudan Ay, Yengeç ve Su elementi ile ilgilidir. [10] Tüm bunlardan yola çıkarak denilebilir ki Ay’la Dünya çok açık olarak aynı nefesi alıp veren ikili bir organizmadır, bu ikisini birbirinden ayrı düşünemiyoruz.
- ev “doğum” demek olduğuna göre, Dünya’nın doğumu açısından Ay’ın kuvvetli bir etkisi olmuş olmalı, en azından eldeki harita buna işaret ediyor. Ben de bu yüzden Ay’la Dünya’nın ne tür bir ilişki içerisinde olduğunu araştırmak istedim; konuya istinaden Evrim Ağacı sayfasında Çağrı Mert Bakırcı’nın makalesinde şu noktalar önemli: İlk olarak Ay, Dünya’dan çok kısa bir süre sonra oluşmuştur ve bu oluşumun en olası senaryoları arasında da, Dünya’ya yaklaşık olarak Mars büyüklüğünde bir cismin çarparak ondan büyük bir parça kopardığı ve bunun sonucunda da zamanla Ay’ın oluştuğu var. Eğer böyle ise, Ay’ın haritanın Yükselen burcunda olmasına son derece uygun olarak, Dünya-Ay ikilisinin birlikte bir yapı şeklinde değerlendirilmesi gerektiği anlaşılır, zaten Güneş’in etrafında da ikili bir sistem şeklinde dönerler.
İkincisi, Ay ilk zamanlar Dünya’ya çok yakındı ve çok sıcak olduğundan Dünya’nın yüzeyini sıcak tutuyordu. Bu yüzden yaşamın başlangıcı hususunda önemli etkilere sahip olmuş olabilir. Dünya haritasında I. ev “yaşam” da demek olduğundan (Güneş burada doğar), burada Ay’ın olması” Dünya’da yaşamın başlamasına Ay aracılık etmiştir” gibi bir sonuca varmamıza sebebiyet verebilir.
Üçüncüsü “Ay aniden ortadan kalksaydı ne olurdu” ile ilgili: Böyle bir durumda etkiler hemen hissedilmezdi fakat Ay, gel-gitlere neden olan kuvvetlerin üçte ikisine tek başına neden olduğundan, ilk etapta deniz canlılarının ve ardından da bir çok kara canlısının sonu gelirdi. Bu da dünya yaşamı ve tabii ki haritanın da I. evini onaylama açısından Ay’ı kuşkusuz son derece önemli kılan faktörlerden biridir.
Dördüncüsü, Ay’ın aniden kaybolması durumunda mevsimlerde birdenbire uç geçişlerin olacak olmasıdır çünkü Ay’ın fiziksel etkisi, Dünya’nın 23 derecelik eğimini korumaktadır. Böyle bir durumda söz konusu eğim yok olarak Dünya yalpalamaya başlayacak, yani eğim sabitliğini yitirecektir. Mevsimlerin bir ekstremden diğer bir ekstreme sürekli olarak değişmesi, yaşam açısından yıkıcı sonuçlar doğuracaktır.
Beşincisi, her astronom tarafından çok güçlü bir etki olarak tanımlanmasa da, Ay’ın Dünya’yı, uzayın derinliklerinden gelerek onu tehdit eden gök cisimlerinden korumasıdır.
Altıncısı, Ay’ın Dünya’nın dönüş hızını giderek yavaşlatmasıdır ve bu da evrimsel süreci desteklemiş, şu andaki pozisyonumuzu bir nevî etkilemiştir.
Yedincisi yine biyolojik bir etkidir; buna göre birçok memelinin gözleri Ay ışığına duyarlı olacak şekilde evrimleşmiştir ve buna insan da dahildir. İnsanlar açısından psikolojik etkiler de olacaktır, çünkü gece-gündüz algımızı ve hâliyle yaşamsal ritmimizi oluşturan önemli gök cisimlerinden birisi de Ay’dır. [11].
Ay sonuçta bir şekilde bedenlenmek zorundaysa, bunu doğrudan Satürn karşıtıyla ilintilendirebiliriz; kader kemiklere yazılıdır, iskelet tüm bedenlere bir form ve gerçeklik verir ki bu, Maternus’un da aktardığı üzere 4 fiziksel temel prensiple yani 4 elementle de görülebilir. Öte yandan geçmişimize ait birçok şeyi de kemiklerden öğreniyoruz. (Değerli arkadaşım Nurgül Azır’a teşekkürler). Ayrıca Ay yani Su, gizli olan her şey realiteyle, herhangi bir örtüyle, fiziksel yaşamla da kapatılmaktadır (Ay karşıt Satürn; karşıt açı hem düşmandır hem de tamamlayıcı faktördür). Öte yandan ölüm (Satürn), hayata (ASC) karşıdır ve bu da son derece anlamlı. Ne var ki bu çok kuvvetli bir astrolojik görünüm ve kötücül enerjinin (özellikle iyicil enerjiye kıyasla) ne kadar etkili olabildiğini de gösteriyor.
Özetle, Ay Yengeç I. ev soyunu korumaya adamak, sürekli doğup büyüme, ölüm, yeniden doğma gibi anlamlandırılabilir. Dünya insanların yurdudur ve bu da zaten konuştuğumuz pozisyona tam olarak karşılık geliyor. Son olarak Ay’ın Mısır sınır yöneticisi Merkür ve bu da XII. ve III. evlerin hakimi olduğundan, tüm bir varlığın altında görünmez akıl, bilinç, zekâ vs. gibi durumlardan konuşmak olasıdır.
II.Ev–Aslan–Güneş: Burası rezervlerimizi gösteren evdir fakat aslında I. evin ikinci evi olduğundan, doğrudan I. evin ortaya çıkmasına yardımcı olabilecek kaynaklarımızın neler olduğunu anlatır. En net tanımıyla bu pozisyon bilinç ve varlık, doğum, yaratı anlamlarına geldiğine göre, demek ki I. evin yani soyumuzun devamı açısından eldeki kaynaklarımız bunlar ve hatta bir yıldız olarak Güneş’in yaşam için ne kadar birincil olduğunu dahi görebiliyoruz, sonuçta II. evde astronomik anlamda da yorumlanabilecek bir Güneş var. Öte yandan Güneş Aslan can, spirit (tanrısal nefes) gibi anlamlara da gelmektedir ki bunu da canlı, yaşayan bir organizma şeklinde düşünebiliriz, fakat buradaki Güneş oldukça realist bir çizgide görünüyor çünkü Satürn’ü içeriyor: Hayatımızı genel olarak bilinçle (Güneş) ve katı gerçeklikle (Güneş’in Mısır sınır yöneticisi Satürn) sürdürüyoruz. II. ev I. eve hizmet eden bir ev olduğu için, temelde tüm ayvarî faktörlerin ortaya çıkabilmesi için, meselâ güvenliğin sağlanabilmesi için bilinç, irade, ısı, ışık, aydınlık, güç, otorite, gerçeklik vs. gibi unsurlara ihtiyaç duyuyoruz. Ayrıca Güneş’in Satürn’le ilişkisini her canın, her yaşamın belirli zamansal sınırlara tabî olduğu şeklinde de açıklayabiliriz.
III. Ev–Başak–Merkür: Bu pozisyonu yaşamın fikri nedir, nasıl bir düşünceye sahiptir şeklinde düşünmeliyiz. Burada da aslında oldukça gerçekçi, sistematik, metodik, yöntemsel bir konumlanma var ve buradan hareketle yaşamı bu şekilde yani gerçekçi ve somut, gözle görülür, elle tutulur bir tabanda algıladığımız söylenebilir. Kurallar vardır, sistem ve metod, plan vardır, hayat üretken ve işlevsel bir fikre sahiptir, Dünya’nın bir aklı vardır ve bu düşünce şeklinin özellikle eski zaman felsefelerinde son derece yaygın olduğunu biliyoruz. Buradan ayrıca konuşmanın, kültürün, dilin ve konuşma organlarının da ne kadar önemli olduğunu anlıyoruz.
Aslında duygusal olmayan, son derece katı bir pozisyon var elimizde. Fakat aynı gezegen haritanın XII. evini de yönettiği için bir akıldan, belki de bir gizli zekâdan, üst akıldan söz edilebilir. Bu üst akıl planlamıştır ve kurgulamıştır, sistematiktir. (Bu, mevzumuz tanrısal olsun veya olmasın farketmez, böyle açıklanabilir). Ayrıca Merkür’ün Mısır sınır yöneticisinin Venüs Terazi IV. ev olması da, bu plan ve kurgunun, bünyesinde karşıtların birliğini veya dualiteyi barındırdığını ifade etmektedir.
IV.ev–Venüs–Terazi: Yaşamın temel enerjisi nedir, dibinde, altında ne vardır? Cinsler arası sevgi ve cinsellik, birliktelik, uyum, harmoni, sentez, bir araya gelme, karşıtlar/taraflar arası sevgidir, artı ve eksi kutupların birlikteliği Venüs Terazi IV. evdir. Yani fizikî/maddî/reel yaşamın oluşmasının temelinde tarafların, karşılıklı sevgi veya sempatiye dayanan cinsel birliktelikleri var hâliyle. Öte yandan fizik dünyada her şey karşıtlıklardan, çiftlerden oluşur: Siyah-beyaz, gece-gündüz, kadın-erkek, karanlık-aydınlık vs. Bunlar arasındaki uyum kastediliyor. Venüs ayrıca üreme gücü ve zevk, heves, arzudur. Kısaca bu pozisyonu hayatın temelindeki dualite şeklinde adlandırabiliriz. Öte yandan Venüs’ün Mısır sınır yöneticisinin Jüpiter olduğunu görüyoruz ve bunu da, hayatın devamının sağlanabilmesi için her türlü deneyim ve tecrübeye olan gereksinim şeklinde yorumlayabiliriz. Yaşamın karşıtların birliğiyle ve dualiteyle sağlanan temel enerjisinin de dibinde yayılmak, genişlemek, deneyimlemek, tecrübe etmek yatmaktadır, fakat bu her zaman kolay yoldan gerçekleşmemektedir çünkü Jüpiter’in bulunduğu VI. ev Mars’ın evidir.
V.ev–Mars–Akrep: Bu pozisyon, kelimenin tam anlamıyla hayatta kalma dürtüsü, güdüsü ve stratejisidir. Yaşam demek olan V. evin gerçekleşmesinin temelinde cinsellik vardır (V. ev Venüs’ün evidir), cinsiyetler birbirine cazip kılınmıştır ve üreme yoluyla soy, yaşam devam ettirilir. Mevzu hayatta kalmaktır, ancak buradaki enerjinin de çok rahat bir enerji olmadığını söyleyebiliriz çünkü buradaki pozisyonda acımasızlık da gözlemlenmektedir. Mars’ın Mısır sınırında Merkür’ün oturmasını da, tüm bu survivor, üreme enerjisinin temelinde bir plan yattığı şeklinde yorumluyorum.
VI.ev–Jüpiter–Yay: İdeal olan, etik olan, umut edilen, eşitlik, adalet, doğru olan zorluk, engeller ve mücadeleyle gerçekleşiyor çünkü burası Mars’ın yurdudur ve böyle iyicil gezegenleri iyicil işlevlerinde ekstra zorlar. Bu ev, iyicillik fonksiyonelliği anlamında son derece kapasitesiz bir evdir. Meselâ Satürn’ün durumuna baktığımızda bu gezegenin, özellikle Jüpiter’e kıyasla konuşursak son derece rahat bir şekilde görevini yerine getirebildiğini, çünkü köşe evi avantajıyla fazlasıyla işlevsel olduğunu görüyoruz. Ne var ki Jüpiter’in durumu böyle değil, ancak yine de bir gezegenin burç avantajı önemlidir, yani gezegen böyle bir evden çıkmanın yolunu bir şekilde bulur, fakat bunu zorluklar içinde tecrübe edebiliyoruz. Öte yandan bir iyicilin görevi ne olursa olsun zor geçen hayata bir can simidi sunmaktır ve buradan hareketle inanç, güven, kutsallık, yaşamda anlam bulmak, deneyimlemek, umut, kişisel gelişim, iyilik, iyimserlik vs. gibi kavramların ne kadar önemli, yara bandı olabilen, tedavi edebilen, yardımcı olan, rahatlatan enerjiler olduklarını görebiliyoruz. Bu kadar net ve bana göre kesinlikle doğru olan bu haritada Jüpiter’e ne kadar ihtiyaç duyulduğu son derece ortada. Jüpiter, yaşamı deneyimlemek üzere, sona varmak üzere hayatı devam ettiren, umudun kalmasını, sürmesini, yeşermesini sağlayan bir enerjidir; jüpiteryen konular zor gerçekleşebilir, ancak sonuçta gerçekleşmektedir. Son olarak, Jüpiter’in Mısır sınırında Venüs oturmakta ve bu da inanç, umut, adalet vs. gibi jüpiteryen konuların temelde dengelenme ve karşıtların uzlaşması konulu bir enerji olduğunu gösteriyor.
VII. ev–Satürn–Oğlak: Aslında metnin çeşitli yerlerinde bu pozisyona istinaden bazı konuşmalar yaptık. Ancak genel olarak denilebilir ki Dünya, yaşam zamanla sınırlandırılmıştır, bir düzene sahiptir. Altında kaos olabilir, o ayrı mesele ancak fizikî anlamda algıladığımız Dünya bu şekildedir. O bir sistem ve yapıdır ve aynı anda VIII. evi de yönettiğinden, daha evvel de bahsi geçtiği üzere, kötücül veya zor enerjilerin ne kadar etkili, aktif ve dominant olduğunu da anlatmaktadır. Fakat öte yandan karşıt açılar tamamlanma ile de ilgilidir, dolayısıyla özellikle Ay’ın tamamlayıcısı olarak evi inşa etmek, düzene oturtmak, onu bir yapı ve sisteme kavuşturmak, ona fiziksel bir gerçeklik sunmak gibi de pozitif işlevlere sahiptir. Ayrıca, aynen Jüpiter’de olduğu gibi Satürn’ün de Mısır sınırı Venüs Terazi IV. ev ve buradan da, kötücül enerjilerin de temelde dengelenme ve karşıtların uzlaşması maksatlı bir enerji olduğunu düşünebiliriz. Alttaki satırlarla birlikte evleri daha kısa geçiyorum…
VIII. ev–Kova: Dönüşümün evinde Kova burcu var ve bunun da, insanlığın başına gelen büyük değişimlerin kitlesel hareketlerle geldiğini düşünebiliriz. Öte yandan modern teknolojiler de yine aynı şekilde dönüşümü sağlamaktadır.
IX.ev–Balık: Bu evde yaşamsal felsefeyi görüyoruz; Balık burcunun bulunması, evrensel bir bütünleşme enerjisi şeklinde yorumlanabilir. Yaşamın nihai sonucu birlikteliktir ve Venüs Terazi’deki gibi karşıtların uzlaşması değil, karşıtlıkların kaybolması, birbirlerinin içinde tamamen erimesidir.
X.ev–Koç: Burada görünür olayları buluyoruz, demek ki öncü hareketler ve eylem yaşama yön veren konulardır ve dispozitörü de dikkate aldığımızda yön verici bu enerji tamamıyla temizlik getirmekte, hakim olanı silmektedir. Bu da tabii ki yeni yaşam anlamına geliyor.
XI.ev–Boğa: Geleceğe ait olan bu evde sabit Boğa burcu bulunuyor ve yöneticisi Venüs de Terazi’de. İstek ve ideallerin gerçekleşmesi, sadece somut hareketlerde bulunulursa gerçekleşebilir ve karşıt görüşlerden de beslenmek gerekir.
XII. ev–İkizler: Gizler, sırlar, görünmez faktörlerin, sıkıntıların olduğu bu evde İkizler burcu var. Bu ev aynı zamanda doğum öncesi faktörlerle de ilgilidir, demek ki başlangıcımızın ardında bir fikir, bilgi, düşünce vardı.
Evrensel Enerji Ağları
Her zaman keşke bir dünya haritamız olsa ve ondan dünyanın ne durumda olduğunu görebilsek deriz. Bana kalırsa bu harita tam da bu isteğe hizmet ediyor. Söylemek istediğim, aktüel gezegen Ingresslerinin bu haritaya göre düşünülmesi gerektiği. Buna birkaç örnek verelim: Meselâ Covid-19 pandemisi başladığında, Galaktik zodyaka göre konuşuyorum, Jüpiter Yay’da idi ve bu da Thema Mundi’nin VI. evine, yani hastalıklar evine denk geliyor. Hastalık oldukça hızlı bir şekilde yayılabildi. Öte yandan Uranüs de Koç burcunda ve buradan da Dünya’da değişimler zamanının tam merkezinde olduğumuz sonucu çıkıyor. Bu şekilde genel enerjileri, gezegenleri bu harita üzerinde yürüterek görebilmek, en azından bir fikir sahibi olabilmek mümkündür.
Bunun dışında harita üzerinden büyük çağları dahi izlemek mümkün. Örneğin, yine Galaktik zodyaka göre yorumluyorum, MÖ yaklaşık 3977–MÖ 1788 arasında Boğa, MÖ 1788–MS 386 arasında Koç çağını yaşadık, şu anda da 2500’lü yıllara kadar sürecek Balık çağındayız. Boğa burcu haritanın XI. evine düşüyor ve insan toplulukları ilk yerleşkelerini oluşturmaya başladılar, aynı zamanda tarım da bu dönemde önemlidir. Yerleşik hayat iyiden iyiye yer etmesini ve ilk köylerin, yerleşim birimlerinin, şehirlerin kurulduğunu tecrübe ediyoruz. Bunun dışında dönem itibariyle rastladığımız piramitler, mezarlıklar, duvarlar ve binalar da, Boğa’nın materyalize etme anlamına uygundur. Örneğin duvar yapımıyla insanlar kendilerini hem güvenlik altına almışlar hem de savunmuşlardır ki tüm bunlar elde edilenlerin tutulmasına yöneliktir. Ayrıca doğa ve çeşitli Boğa kültleri fazlasıyla kutsanır; insanlar gök tanrıçasını, yani Büyük Ana’yı Kybele, Diana, Artemis, Astarte, Hathor, Ishtar ve Inanna gibi çeşitli isimlerle onurlandırmışlardır. X. eve düşen Koç Çağı’nda ise savaşçılık, yeni yerlere keşifler, toplulukların birbirleri üzerinde hak iddia etmeleri görülür. Bu dönem aralığında tapınaklarda Koç başları da buluyoruz, ama aynı zamanda tek tanrılı dinlerden Musevilik de bu zamanda doğmuştur. Dünya çapında Çinliler, Persler, Yunanlılar ve Romalılar savaşlarla daha fazla toprak sahibi olmaya çalışmışlardır ki bunlar arasından belki de en önemlisi Büyük İskender’dir. Dönem, genel itibariyle halk hareketleri ve istilaları kapsamaktadır. Öte yandan yeni ve büyük felsefelere de (Çin, Hint ve Yunan) şahit oluyoruz.
Devrim Yılmazer
27.12.2020, 21:30:59, İzmir
Kaynakça ve Dipnotlar
[1]: 2 ve 3. paragraflar için bkz.: Ptolemaios, Klaudios/(çev. ve yorum) Yılmazer, Devrim: Tetrabiblos I, İzmir, Mayıs 2014, S. 157-158 [2]: Maternus, Julius Firmicus/ (çev.) Thorsonn, Hagall/ (yorum) Stiehle, Reinhardt: Matheséos Libri VIII, Die Acht Bücher des Wissens (Tr. Bilginin 8 Kitabı), Tübingen 2008, S. 15 [3]: Valens, Vettius / (çev.) Riley, Mark: Anthologies, https://www.csus.edu/indiv/r/rileymt/Vettius%20Valens%20entire.pdf, S. 3 [4]: Maternus, Julius Firmicus/ (çev.) Thorsonn, Hagall/ (yorum) Stiehle, Reinhardt: Matheséos Libri VIII, Die Acht Bücher des Wissens (Tr. “Bilginin 8 Kitabı”), Tübingen 2008, S. 89-95 arası, Almancadan çeviri: Devrim Yılmazer [5]: Ptolemaios, Klaudios/(çev. ve yorum) Yılmazer, Devrim: Tetrabiblos I, İzmir, Mayıs 2014, S. 185 [6]: a.k, S. 184 [7]: https://www.astro.com/astrowiki/de/Nechepso-Petosiris, 18.10.2019 [8]: Brennan, Chris: Hellenistic Astrology: The Study of Fate and Fortune, 10.02.2017, Denver/Colorado, S. 39, dipnot 83 [9]: https://anthrowiki.at/Anubis_(%C3%84gyptische_Mythologie), 18.10.2019 [10]: Gil Brand, Rafael: Himmlische Matrix, Tübingen, 2014, S. 132 [11]: https://evrimagaci.org/eger-ay-olmasaydi-neler-olurdu-veya-olmazdi-1272, 01.11.2019
Devrim hocam, harikalar yaratmışsınız.Tekrar tekrar okuyacağım.İyiki varsınız,emeğinize sağlık.
Teşekkür ederim 🙂
Değerli hocam, çok değerli bir yazı olmuş. Böyle bir metinde adımın geçmesi benim için çok onure edici oldu. Çok teşekkürler.
Üstadım, hemen bitmesin diye mola vererek, sindire sindire metni okudum. Göksel sanatlar ve felsefi konularda çalışan herkes için, çeviri ustalığına ek olarak bilge ve akılcı yorumlarınızla öncü, özgün bir kaynak hazırlamışsınız. Tebrik ediyorum. Makalenin her okuyucuya ilham vermesini ve ayrıca emeklerinizin, üretkenliğinizin devamlılığını diliyorum. Saygılarımla ve sevgilerimle.